Paul Rotha “Belgesel Sinema” isimli kitabında, John Grierson’un şu sözlerine yer verir. “Sinemayı bir kürsü olarak görüyor ve onu bir propaganda aracı olarak kullanıyorum ve böylece sinemanın sarsılmaz felsefesinin geniş alanlara yayılacağını düşünüyorum...” (Rotha, 2000:, s. 30) Grierson’un söylediği bu sözle, sinemanın sanat olma dışında toplum üzerinde çok güçlü bir etkisi olduğunun özeti gibidir. Dolayısıyla birbirinden farklı toplumları oluşturan kitlelerin bellek yönetimleri, bu güçlü kitle iletişim aracı vasıtasıyla da çok daha hızlı bir şekilde sağlanabilmektedir. Kısaca, sinemanın, Grierson’un (Şekil,3) kısmen bahsettiği gibi aslında toplum üzerinde diğer tüm plastik sanatlardan daha güçlü bir etki sağladığı açık ve nettir. Hem görsel hem işitsel olan bu sanat biçemi hem bilimsel hem sanatsal hem de teknik olarak zaman içerisinde, kendi türlerini yaratmış ve bu yaratım sürecinde de kendini canlı bir organizma gibi geliştirmiştir. Bu gelişim sürecinde de yararlandığı ve kapsadığı birçok sanat, tasarım, mimari ve bilim alanlarıyla da, ilişki halindedir. Metinlerarasılık ilişki de bu noktada devreye girer. Ekim devrimi sonrası Sovyetler Birliği çatısı altında gerçekleştirilen sanat, mimari ve sinemanın hizmet ettiği ideolojik söylemin toplumlar üzerindeki etkisi yetmiş dört yıl kadar sürmüştür. Bu araştırma kapsamında, Kolektif bellek oluşumunda ideoloji ve sanat ilişkisi sinema ve mekânlar üzerinden araştırılacaktır. İlk olarak belgesel sinemanın gelişim sürecinde ortaya çıkan propaganda geleneği ve bu geleneğin kolektif bellek oluşumunda bir iletişim aracı olarak kullanım şekli araştırılacaktır. Sonuç olarak, kolektif bellek oluşumunda yararlanılan belgesel sinema ve propaganda geleneği sanat ve mimaride, metinlerarasılık etkileşim, örnekler üzerinden açıklanacaktır.
Paul Rotha, in his book Documentary Cinema, includes the following words of John Grierson. “I see cinema as a platform and use it as a propaganda tool, so I think that the unshakable philosophy of cinema will spread to wide areas…” (ROTHA, 2000, p. 30) With this statement of Grierson, cinema has a very important place. Besides being an art, it has a powerful impact on society. It's like a summary that has an impact. Therefore, the memory management of the masses that make up different societies can be carried out much faster thanks to these powerful mass media. In short, as Grierson partially refers to, it is clear that cinema actually has a stronger impact on society than any other plastic arts. This art style, which is both visual and auditory, has created its own scientific, artistic and technical types over time and has developed itself like a living organism in this creation process. It is also in contact with many fields of art, design, architecture and science that it has benefited and covered in this development process. This is where intertextuality comes into play. The effect of the ideological discourse served by art, architecture and cinema, which was realized under the roof of the Soviet Union after the October Revolution, lasted for seventy-four years. Within the scope of this research, the relationship between ideology and art in the formation of collective memory will be investigated through cinema and spaces. First of all, the Propaganda Tradition that emerged in the development process of Documentary Cinema and the use of this tradition as a communication tool in the formation of collective memory will be investigated. As a result, the interaction of Documentary Cinema and Propaganda Tradition, which is used in the formation of collective memory and intertextuality in art and architecture, will be explained through examples.