Günümüz dijital çağı, iletişim ve çalışma hayatı için yeni fırsatlar yaratırken, mahremiyet açısından da önemli zorlukları beraberinde getirmiştir. Hem bireysel hem de profesyonel etkileşimler giderek daha fazla dijital platformlar aracılığıyla gerçekleştirilmekte ve bunun sonucunda özellikle işyerinde kamusal ve özel alanlar arasındaki sınır git gide bulanıklaşmaktadır. Bu değişim, özellikle bireylerin işyerinde geçirdikleri zaman ve bu alandaki sosyal etkileşimleri göz önüne alındığında, mahremiyet haklarının yeniden değerlendirilmesini gerektirmektedir. İşveren, çalışma saatlerinin ve işyeri verimliliğinin etkin kullanımını sağlamak için çalışanların faaliyetlerini izleme konusunda meşru bir menfaate sahip olsa da, bu durum özellikle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) gibi uluslararası metinler tarafından korunan çalışanın mahremiyet hakkı ile dengelenmelidir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) Barbulescu Romanya kararı, işveren gözetimi ve çalışanın mahremiyeti arasındaki bu dengeyi ele alan dönüm noktası niteliğinde bir dava olarak karşımıza çıkmaktadır. Karar, işverenin çalışanların dijital iletişimlerini meşru amaçlarla izleyebileceğini, ancak bu izlemenin şeffaf, orantılı ve önceden haber verilerek yapılması gerektiğini vurgulamaktadır. Aynı zamanda, işyerindeki izlemenin kapsam ve niteliğinin belirlenmesinde dikkate alınması gereken ‘makul mahremiyet beklentisi’ ilkesinin önemini ele alması bakımından da emsal sayılabilecek bir karardır. AİHM, çalışanların işyerine girdikleri anda mahremiyet haklarını kaybetmedikleri gerçeğinin ve işyeri kaynaklarının kullanılması sırasında dahi her türlü gözetimin mahremiyet haklarına saygı gösteren biz nitelikte olması gerektiğinin altını çizmiştir. Bu kararda altı çizilerek; izlemenin niteliğinin, kapsamının ve amacının önceden belirlenmesi ve çalışanın bu konulara ilişkin bilgilendirilmesi konusunda yer verilen açıklamalar, çalışanların beklentisinin ne ölçüde olabileceği konusunda önemli ipuçları sağlamakta ve işverenin çıkarları ile çalışanın mahremiyet hakkı arasındaki dengenin korunmasına yardımcı olmaktadır. Dijital çağın getirdiği yenilikler gelişmeye ve büyümeye devam ederken, söz konusu dava, mesleki ve kişisel alanlar arasındaki çizginin gitgide kaybolduğu modern işyerlerinde mahremiyet endişelerinin ele alınması bakımından önemli bir örnek teşkil etmektedir. Barbulescu Romanya kararında ele alınan ilkeler, sosyal medya ve bulut bilişim gibi çeşitli bağlamlarda mahremiyet endişelerinin daha geniş bir şekilde ele alınması bakımından da temel bir çerçeve sunmaktadır. Var olan yasal düzenlemelerin dijital çağın gerçeklerine uyarlanması gerekliliğinin altını çizmesi ve mahremiyet hakkının korunması konusunda eksik kalan noktaların giderilmesi açısından bir yapı taşı olarak değerlendirilebilecek bu karar, kimi konularda eksiksiz bir çerçeve sunmaktan aciz kalmaktadır. Çalışmamızda, özel hayatın gizliliğinin dijital araçlarla ihlali ve bu ihlalin sonuçları ele alınmakla birlikte, kararın değerlendirilmesi konusunda söz konusu bu eksiklikler de değerlendirilecektir.
Today's digital age has created new opportunities for communication and working life, but has also brought significant challenges in terms of privacy. Both personal and professional interactions are increasingly carried out through digital platforms, and as a result, the boundary between public and private spaces, especially in the workplace, is becoming increasingly blurred. This change calls for a reassessment of privacy rights, especially given the time individuals spend at work and their social interactions in this space. While employers have a legitimate interest in monitoring employees' activities to ensure the efficient use of working hours and workplace productivity, this must be balanced against the employee's right to privacy, which is protected by international instruments, in particular the European Convention on Human Rights (ECHR). The Barbulescu v. Romania judgement of the European Court of Human Rights (ECtHR) is a landmark case addressing this balance between employer surveillance and employee privacy. The judgment emphasises that employers may monitor employees' digital communications for legitimate purposes, but that such monitoring must be transparent, proportionate and with prior notice. It is also a precedent in terms of the importance of the principle of ‘reasonable expectation of privacy’, which should be taken into account in determining the scope and nature of monitoring in the workplace. The ECtHR underlined the fact that employees do not lose their right to privacy as soon as they enter the workplace and that any surveillance, even during the use of workplace resources, must be of a nature that respects their right to privacy. The explanations underlined in this judgement on determining the nature, scope and purpose of the surveillance in advance and informing the employee about these issues provide important clues about the extent to which employees' expectations may be and help to maintain the balance between the interests of the employer and the employee's right to privacy. As the innovations of the digital age continue to develop and grow, this case is an important example of addressing privacy concerns in the modern workplace, where the line between professional and personal spheres is increasingly blurred. The principles discussed in the Barbulescu Romania judgement also provide a basic framework for addressing privacy concerns more broadly in various contexts, such as social media and cloud computing. This judgement, which can be considered as a building block in terms of underlining the necessity of adapting the existing legal regulations to the realities of the digital age and eliminating the missing points in terms of protecting the right to privacy, falls short of providing a complete framework in some issues.