Doğayı oluşturan dağ, tepe, ağaç, taş, su gibi varlıkların insanlar üzerinde etkilerinin olduğuna, ancak bu etkinin varlıkların kendilerinden değil, sahip oldukları ruhlardan kaynaklandığına; Yani bu etkinin, söz konusu varlıkların hisseden, işiten, iyilik ve kötülük yapabilen malikler (iyeler) olmasından kaynaklandığına inanılmaktadır. Türklerin İslam öncesi sahip oldukları “İduk Yer-sub” kültü onların hayatlarını anlamlandırma ve yaşam biçimlerini şekillendirmede büyük bir öneme sahip olmuştur. Türklerin sahip oldukları ve içselleştirdikleri bu anlayışın İslam sonrasında da kendi aralarında yer bulduğu anlaşılmaktadır. Nitekim geçmişten günümüze Anadolu’da yaşatılan çoğu dini tutum ve davranışların Türklerin eski inanışlarıyla bir şekilde bağlantılı olduğu görülmektedir. Bu durumun izlerini Türk kökenli halkların günlük yaşamlarında görmek mümkün olduğu gibi, onların İslam’ı diğer milletlerden farklı anlama ve yorumlama biçimlerinde de görmek mümkündür. Bunun, Türklerin İslam öncesi inançları arasında önemli bir yer işgal eden Yer-su inanışlarıyla da yakın bir ilişkisi vardır. Daha çok gönül İslam'ı denebilecek bir din anlayışının hakim olduğu Anadolu coğrafyasında, Tekke Edebiyatı temsilcilerinin Toprak-Su inancının en güzel örneklerini sunmuş oldukları görülmektedir. Kuddûsî de bunlar arasındadır ve Divan'ında doğayı oluşturan tüm nesnelerin içselleştirilmesi ve kişiselleştirilmesine dair örnekler vererek her birinin farklı bir ruha sahip olduğunu göstermiştir. İslam öncesi bu inanışlar, bazen kendini gizleyerek bazen de aşikâr ederek Anadolu halk dindarlığı çerçevesinde günlük yaşamlarında varlığını sürdürmektedir.
It is believed that beings such as mountains, hills, trees, stones, and waters that make up nature have effects on people, but that this effect is not caused by the beings themselves but by the spirits they possess; In other words, it is believed that this effect is due to the fact that the beings in question are the possessors who feel, hear, and can do good and evil. The cult of "Iduk Yer-sub" [Sacred Earth-Water] which the Turks had before Islam, had a great importance in making sense of their lives and shaping their lifestyles. It is understood that this understanding, which the Turks had and internalized, also found a place among themselves after Islam. As a matter of fact, it is seen that most of the religious attitudes and behaviors that have been kept alive in Anatolia from the past to the present are somehow related to the old beliefs of the Turks. It is possible to see the traces of this situation in the daily lives of peoples of Turkish origin, as well as in their different ways of understanding and interpreting Islam from other nations. This has a close relationship with the Earth-Water beliefs, which occupied an important place among the pre-Islamic beliefs of the Turks. In the Anatolian geography, where a religious understanding that can be called heart-based Islam is dominant, the representatives of Tekke [Dervish Lodge] Literature seems to have presented the best examples of Earth-Water beliefs. Kuddûsî is among them, and he showed that each one has a different soul by giving examples of internalization and personalization of all the objects that make up nature in his Divan [Anthology]. These pre-Islamic beliefs continue to exist in their daily lives within the framework of Anatolian folk piety, sometimes by concealing themselves and sometimes by being obvious.