Bu makale, Uwe Timm ve Marlene Streeruwitz’in anlatılarında kuşaklar arası bellek aktarımını, tanıklık ve temsil arasındaki dinamik etkileşim bağlamında incelemektedir. Çalışma, II. Dünya Savaşı mirasının Almanca yazın alanındaki toplumsal ve bireysel belleği nasıl biçimlendirmeye devam ettiğini araştırmaktadır. Yeni Tarihselcilik ve Bellek Çalışmaları kuramsal çerçevesine dayanarak, her iki yazarın da geçmişin suskunluklarını ve suçluluk duygusunu etik ve estetik bir sorgulamaya dönüştürdüğü ileri sürülmektedir. Am Beispiel meines Bruders adlı eserinde Timm, ağabeyinin SS saflarına katılımından kaynaklanan ahlaki yükü kişisel belgeler ve aile içi suskunluklar aracığıyla yeniden kurgular ve yazma eylemini etik bir tanıklık sürecine dönüştürür. Buna karşılık, Streeruwitz’in Morire in Levitate adlı romanı, miras alınan suçluluğu kadın bakış açısından yeniden yapılandırır ve ataerkil ile tarihsel şiddetin kadın bedeni ve dili üzerinde nasıl iz bıraktığını gösterir. Karşılaştırmalı çözümleme, her iki yazarın da savaş sonrası belleğin kırılganlığını ve sürekliliğini görünür kıldığını ortaya koymaktadır: Timm “görme” ve “bilme” sınırlarını tartışırken, Streeruwitz “konuşma” ve “temsil etme” hakkını geri kazanır. Sonuç olarak makale, edebi tanıklığın bireysel deneyim ile kolektif hatırlama arasında bir köprü işlevi gördüğünü ve özel acıyı paylaşılan kültürel bir anlatıya dönüştürdüğünü savunmaktadır.
This article examines the intergenerational transmission of memory in the narratives of Uwe Timm and Marlene Streeruwitz, focusing on the dynamic interplay between witnessing and representation. The study explores how the legacy of World War II continues to shape collective and individual memory within the German-speaking cultural context. Drawing on New Historicism and Memory Studies, it argues that both authors transform the silences and guilt of the past into ethical and aesthetic reflection. In Am Beispiel meines Bruders, Timm reconstructs the moral burden of his brother’s involvement in the SS through personal documents and family silence, turning the act of writing into a process of ethical witnessing. In contrast, Streeruwitz’s Morire in Levitate reconfigures inherited guilt through a female perspective, showing how patriarchal and historical violence inscribes itself on the female body and language. The comparative analysis demonstrates that both authors reveal the fragility and persistence of post-war memory: while Timm negotiates the limits of seeing and knowing, Streeruwitz reclaims the right to speak and represent. Ultimately, the article argues that literary witnessing operates as a bridge between individual experience and collective remembrance, transforming private pain into a shared cultural narrative.